Merz’in CDU’su Nerede? Okuyucu Mektupları Üzerine Bir İnceleme
Mariam Lau’nun "Merz’in CDU’su Nerede?" başlıklı makalesi, Almanya’daki siyasi manzaranın karmaşıklığına ve özellikle Hristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) geleceğine odaklanan önemli bir tartışma başlatmıştır. Lau’nun analizine yanıt olarak kamuoyundan gelen okuyucu mektupları, CDU’nun mevcut durumu, Friedrich Merz’in liderliği ve Almanya için potansiyel siyasi sonuçları hakkında çeşitli görüşler sunmaktadır. Bu mektupları inceleyerek, Alman siyasetinde halihazırda var olan hayal kırıklıklarının, umutların ve kaygıların daha derin bir anlayışını elde edebiliriz.
Fred Klemm, Lau’nun analizini, CDU’nun ekonomik liberal kanadını aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) ile ilişkilendirmeye yönelik bir girişim olarak eleştiriyor. Klemm, Lau’nun, ülkeyi "mahvettiğini" iddia ettiği SPD, Yeşiller ve Angela Merkel’in CDU’sunun "stok muhafazakar sosyal demokratizmini" aklamaya çalıştığını öne sürüyor. Klemm, Merkel’in CDU’sunu "liberal" olarak nitelendirmeyi "kavramsal zehirlenme" olarak görüyor ve bunun "özgürlüksever bir liberal" olarak midesini bulandırdığını ifade ediyor. Klemm, Lau’nun makalesini, olanı olduğu gibi söyleyen iyi gazetecilikten ziyade, "sorumsuz bir Merkel döneminin korkakça geri çekilme savaşı" olarak nitelendiriyor.
Reinhard Mayer, Lau’nun CDU/CSU’yu sadece Merz’e indirgediği için sorgulamasının eksik olduğunu savunuyor. Mayer, SPD’nin Bundestag seçimlerindeki başarısını, CDU/CSU’nun AfD ve Yeşiller’e yönelik "dışlama hastalığına" bağlıyor. Mayer, "siyasi aptallıkta aşılması zor" olarak tanımladığı CDU/CSU’nun, %16’lık bir SPD’nin %28,5’lik CDU/CSU’yu koalisyon görüşmelerinde "burnundan sürüklemesine" izin verdiğini iddia ediyor. Mayer, SPD Genel Sekreteri Miersch’in AfD’yi yasaklama önerisini, "Sol-Yeşil demokrasi"nin galip gelmesi gerektiği yönünde bir girişim olarak eleştiriyor ve Faeser (SPD) ve Paus (Yeşiller) tarafından planlanan "demokrasiyi teşvik yasası"nın bu çerçeveye uygun olduğunu belirtiyor. Mayer, CDU’nun gençlik örgütü olan Jusos’un planlanan koalisyon sözleşmesini reddetmesini umuyor.
Michael Pfeiffer, AfD’den "sağcılar" ve "aşırı sağcılar" ile "marka duvarları" ve ayrımcılık hakkındaki tartışmanın asıl sorunu kaçırdığını savunuyor. Pfeiffer, Michael Hampe, Julian Nida-Rümelin ve diğerlerinin demokrasinin temel varsayımlarını ele aldığını belirtiyor. Pfeiffer, Nida-Rümelin’in, "nedenlerin lehine ve aleyhine değişimine katılım, siyasi fikirlerin kamuoyu eleştirisine maruz bırakılması, itirazlara cevap verilmesi ve eşit özgürlük ilkelerinin korunmasına dikkat edilmesi" olmadan demokrasi olmayacağını savunduğunu belirtiyor. Pfeiffer, medyanın bu konularla başa çıkma kapasitesini sorguluyor ve piyasanın özel medyaya otosansür uygulayıp uygulamadığını veya bu konuyu ele almanın çok mu maliyetli olduğunu merak ediyor.
Pfeiffer ayrıca, Merkel döneminde başlatılan enerji dönüşümü, zorunlu askerliğin askıya alınması ve çocuk bakımı gibi birçok projenin geniş sosyal değişimlere gerekli tepkiler olduğunu savunuyor. Pfeiffer, çevre bilinci, aile ve iş hayatını uzlaştırma veya zorunlu hizmetlere karşı şüphe gibi konuların geleneksel "sol" çevrelerin ötesine geçtiğini ve geniş halk kesimlerinin kaygıları haline geldiğini belirtiyor. Pfeiffer, CDU’nun burada modası geçmiş pozisyonları terk ettiğini ve bunun modern ve geleceğe yönelik bir muhafazakarlığın özü olduğunu savunuyor: Geçmişe sıkı sıkıya bağlı kalmak yerine, kanıtlanmış olanı dikkatle korur, ancak aynı zamanda toplumsal gerçeklere uyum sağlar. Pfeiffer, gerçek bir muhafazakarın tarihten ders aldığını ancak geriye dönük olmadığını savunuyor.
Christoph Schönberger, Merz’in CDU’sunun var olduğunu, ilk olarak AfD’nin suyunu kesmek için göç konusunda bir dönüm noktası beklediğini, ancak aynı zamanda sosyal ve vergi politikalarında da değişiklikler öngördüğünü iddia ediyor. Schönberger, seçim kaybedeninin, borç freninin fiili olarak iptaliyle kendini kabul ettirdiğini belirtiyor. Schönberger, güvenilirliğin yüksek bir siyasi değer olması durumunda, Merz’in göreve başlamadan önce her şeyi kaybettiğini ve 2026 eyalet seçimlerinin bir uyanış çağrısı olacağını ve bir azınlık hükümetinin yolunu açacağını öne sürüyor. Schönberger, Merz’in o zaman hala en iyi personel arasında olup olmayacağını sorguluyor.
Thomas Meichle, Lau’nun makalesinden dolayı teşekkür ediyor ve CDU’nun AfD’yi yarıya indirememesi nedeniyle SPD’nin sorumluluğunu sorguluyor. Meichle, koalisyonların işe yaramaması durumunda muhalefetin kazandığını belirtiyor ve yeni hükümet başlamadan önce bile eleştirilip yıpratıldığı için aşırıların gücüne şaşırmamak gerektiğini savunuyor. Meichle, SPD’nin bir vasat parti haline geldiğini ve yine de büyüklenmeye çalıştığını, bunun gelecekteki koalisyon ortağına AfD’den daha fazla zarar verdiğini iddia ediyor. Meichle, dışlamanın işe yaramadığını ve normalleştirmenin de işe yaramadığını belirterek, hükümetin nasıl işleyeceğini merak ediyor.
Friedhelm Groppe, "Siyahlar"ın görünüşte Alternatif’e hala tek alternatif olması nedeniyle yeterince üzücü olduğunu ve partinin son liberallerinin bunu telafi etmediğini belirtiyor. Groppe, partinin geri kalanında esen bu düşünsel kumarın başka bir yoksulluk kanıtı olduğunu ve toplumun ortasına böyle bir şey sunmak isteyip istemediklerini sorguluyor. Groppe, bunun sorunun çözümü olamayacağını ve Almanya’da çok benzer bir durumun zaten yaşandığını iddia ediyor.
Peter Janssen, Falco’nun "Günün Kahramanları" şarkısında Spahn’ı çoktan gördüğünü belirtiyor ve Lau’nun, "AfD’ye yaklaşmak intihar olur!" yazdığı zaman haklı olduğunu savunuyor. Janssen, bu noktada Spahn’ın neden AfD üyesi olmadığını sorguluyor ve Spahn’ın sadece siyasi bir serçe mi yoksa siyasi bir kartal mı olduğunu merak ediyor.
Siegfried Linn, Birlik ve AfD arasındaki anket beraberliğinin dikkat çekici olduğunu ve Birliğin bu eğilimi tersine çevirmek ve AfD’yi yarıya indirme sözünü yerine getirmek için (henüz) hiçbir şey düşünmemiş olmasının da dikkat çekici olduğunu savunuyor. Linn, bunun şimdi göç politikasına ilişkin bir koalisyon açıklamasıyla başarılabileceğinin çok şüpheli olduğunu belirtiyor ve medyadaki, sosyal gruplardaki ve kiliselerdeki olumsuz kampanyaların tam tersi bir etki yarattığını ve "şimdi daha da çok!" sloganıyla reklam görevi gördüğünü öne sürüyor.
Linn, AfD’nin bir kısmının yükümlülük altında aşırı sağcı olarak damgalandığını ve bunun tersine, diğer kısmın sadece sağcı olduğu anlamına geldiğini savunuyor. Linn, rakiplerin bu eğilimi mümkün kılmak için neyi yanlış yaptığını sorguluyor ve ılımlı kesimi, muhafazakar grupları suçlamalarıyla radikallerin arkasında toplamayı başardıklarını iddia ediyor. Linn, bir Bundestag başkan yardımcısının sürekli olarak reddedilmesinin de buna katkıda bulunduğunu ve parlamento oylamalarında AfD aynı öneriye oy verirse, katılımı nedeniyle iptal edildiğini belirtiyor.
Klaus Reisdorf, Friedrich Merz’in Jens Spahn’a, "AfD gibi bir partiye yanaşırsanız, ondan asla kurtulamazsınız" demesi gerektiğini savunuyor. Reisdorf, Jens Spahn’ın, muhafazakar ancak açıkça demokratik ve hatta Hristiyan temelli bir partinin, birçok temel seçmeninin ayrılmasından korkmadan aşırı sağcı ve ırkçı bir AfD’ye yaklaşabileceğine ciddi olarak inanmadığını belirtiyor. Reisdorf, kilisede Amin kadar kesin bir şekilde, partilerinden maksimum etki veya zarar elde edebileceklerine inananlar tarafından yapılan her zaman dalgalı oylar olacağını, ancak burada partiler tarafından çok korkulan dalgalı oylardan çok daha fazlasının söz konusu olduğunu savunuyor.
Johannes Kettlack, Merz’in CDU’sunun AfD’de olduğunu ve geriye kalanların ya Merkel yanlısı ya da kayıp zamanı arayanlar olduğunu iddia ediyor. Kettlack, Merz’in kanslerliğini kendi kendine baltaladığını, sözünü tutmadığını, seçimi belirleyen vaatlerini tersine çevirdiğini ve taktik oyunları stratejiyle karıştırdığını belirtiyor. Kettlack, Spahn’ın ifade ettiğinin apaçık bir şey olduğunu ve 152 AfD milletvekilinin seçmenlerin dörtte birini temsil ettiğini, buna karşı bir marka duvarı inşa etmenin en iyi ihtimalle solun görüş liderliğinin geçici bir uzantısı olduğunu savunuyor.
Dr. med. Ulrich Pietsch, bir zamanlar büyük bir merkez partisi olan CDU’nun, bir halk partisi olduğunu, ancak Merkel yönetiminde merkez-sol bir partiye dönüştüğünü ve sağcı muhafazakar üyelerini kaybettiğini iddia ediyor. Pietsch, Merz’in SPD’ye bağımlı hale geldiğini, neredeyse bir bölünme partisi olduğunu ve CDU’nun küçülmeye devam edeceğini savunuyor. Pietsch, doğuda CDU’nun yerini bir halk partisi olarak alan ve kesinlikle çoğunluğu aşırı sağcı olmayan AfD’nin ve dolayısıyla seçmenlerinin dışlanmaya ve radikalleşmeye devam mı edileceğini yoksa sorumluluğa dahil edilerek keskin kenarlarının törpüleneceğini mi sorguluyor.
- Trattenbach, Almanya’daki mevcut koalisyon oluşumunun değerlendirilmesinde geniş bir fikir birliği olması durumunda, bunun "Bunu başarmaları gerekiyor!" şeklinde olabileceğini savunuyor. Trattenbach, "bu"nun ne anlama geldiği konusunda sayfalarca yazı yazılabileceğini ve özellikle "AfD’ye yaklaşmak intihar olur" alt başlığıyla ilgili tartışmaların yapılabileceğini belirtiyor. Trattenbach, seçim sonuçlarında ve kamuoyu yoklamalarında, son on yılda seçmenlerin lehine olan sağa doğru kaymayı doğrulayan yukarı doğru titreyen bir trend çizgisinin olduğunu iddia ediyor.
Franz Berger, Spahn’ın "yanaşmasının" kolayca görülebildiğini ve uzun vadede daha zararlı olanın Wendehals Merz olduğunu savunuyor. Berger, Merz’in sadece partinin değil, aynı zamanda seçmenlerinin önemli bir bölümünün öz saygısını küçümsediğini ve AfD’den seçmenleri cezbetmenin (geri kazanmanın) karakter ve dayanıklılık gerektirdiğini ve birkaç avroyla satın alınamayacağını iddia ediyor.
Riggi Schwarz, eski partilerin halk için olmaktan ziyade halka karşı yönettiğini ve Ukrayna söz konusu olduğunda, bu halk temsilcilerinin Ukrayna ve Ukraynalılar için neredeyse her şeyi yaptığını savunuyor. Schwarz, AfD’nin bu nedenle halk arasında %25’lik bir onayla yukarı doğru bir ok olduğunu iddia ediyor. Schwarz, Friedrich Merz ve CDU’suyla ülkenin daha iyiye gidebileceğinden çok şüpheli olduğunu belirtiyor.
Boris Bogunovic, "ifade özgürlüğü" kavramının "anayasanın babaları" tarafından anlaşıldığı orijinal biçiminin bir şekilde aşina olduğunu belirtiyor. Bogunovic, Jens Spahn’ın, politikacı veya eşcinsel özel bir kişi olarak hangi pozisyonda olursa olsun, buna hakkı olduğunu ve AfD’ye karşı Bundestag’daki davranışıyla ilgili görüşünün demokratik olarak meşru olduğunu ve öğretici yorumlara ihtiyaç duymadığını savunuyor.
Dr. Christian Voll, kişisel olarak bir partiyi siyasi programına göre değerlendirdiğini ve AfD’nin yılan mı yoksa muhalefet partisi mi olarak adlandırılmasının ikinci sırada olduğunu savunuyor. Voll, bunun yanlış olması durumunda siyasetin umutsuz bir iş olacağını, kariyerler için iyi, medya için iyi, ancak nihayetinde gerçek bir sorun çözme olasılığı olmadan sadece bir tür eğlence programı, bir reality şovu olacağını iddia ediyor.