Kate Hudson: Korkularla Dans, Müzikle Yeniden Doğuş
Kate Hudson, kendini geliştirme kitaplarının tozlu raflarını arşınlayan herkesin imrendiği bir noktada duruyor: Bir zamanlar onu dehşete düşüren şeyleri cesaretle yapıyor. Altın rengi, Rapunzel’inkini andıran saçları beline kadar uzanırken, Hudson komik roller üstlenmekten çekindiğini itiraf ediyor. Bu itiraf, "Glass Onion"daki dünyadan kopuk moda tasarımcısı, "Bride Wars"daki mükemmeliyetçi nişanlı ya da "How to Lose a Guy in 10 Days"deki hırslı gazeteci rollerini seyreden herkes için şaşırtıcı olabilir. Ancak Hudson, bu klişeleşmiş "rom-com kraliçesi" imajının ötesine geçmek, farklı sulara yelken açmak için uzun zamandır içten içe bir arzu taşıyordu.
Şimdilerde ise, Los Angeles Lakers’ın sahibi Jeanie Buss’ın (aynı zamanda dizinin yapımcılarından biri) hayatından ilham alan yeni Netflix dizisi "Running Point"i tanıtıyor. On bölümden oluşan dizi (şu anda yayında), Isla Gordon’un (Hudson) erkek kardeşleriyle (Drew Tarver ve Scott MacArthur) birlikte Los Angeles Waves adlı hayali bir NBA takımını yönetmeye başlamasının ardından yaşanan komik olayları konu alıyor. Takımın başkanı olan ağabeyleri (Justin Theroux) rehabilitasyona girdiğinde, Isla bir anda kendini bu karmaşanın ortasında buluyor. Waves’in başkanı rolüne itilen Isla, bir yandan kişisel hayatını ve nişanlısıyla (Max Greenfield) olan ilişkisini dengelemeye çalışırken, bir yandan da bu yeni sorumluluğunun üstesinden gelmeye çalışıyor. Jay Ellis, Chet Hanks ve Brenda Song da dizinin oyuncu kadrosunda yer alıyor. "Running Point", Hudson’ın bir televizyon dizisinde ilk başrol deneyimi.
"Komedi yapmaya çok çekiniyorum," diye itiraf ediyor Hudson, "Çünkü bazen insanların komediyi sulandırma eğiliminde olduğunu düşünüyorum ve bu beni tedirgin ediyor." Ancak 45 yaşındaki Hudson, dizinin yaratıcıları Ike Barinholtz, Mindy Kaling ve David Stassen ile ortaklık kurmaktan oldukça memmnun. "Bazen biraz küfürbazız," diyor oyuncu, muzip bir gülümsemeyle, "ama kimseyi yabancılaştırmayacak kadar. Herkes için bir şeyler var. O ince bir çizgi ve eğer o çizgide doğru yürürseniz, çok eğlenceli oluyor."
Hudson, oyunculuk kariyerinin bu noktasında, insanları güldürmek ve onlara iyi hissettirmek için daha fazla çaba sarf ettiğini belirtiyor. "Daha gençken, ‘Ah, sadece komedi yaparsam, ciddi bir oyuncu olarak algılanmayacağım’ diye düşünüyordum ve bence artık herkes için bu düşünce tamamen ortadan kalktı."
Yirmi beş yıl önce, Hudson, ünlü ebeveynlerinin (Bill Hudson ve Goldie Hawn, ayrıca Goldie Hawn’ın uzun zamandır birlikte olduğu partneri Kurt Russell) gölgesinden sıyrılıp, Cameron Crowe’un yarı otobiyografik 2000 yapımı filmi "Almost Famous"da Penny Lane rolüyle adını duyurdu. "Band-Aid" lakaplı bu naif genç kız rolü, Hudson’a Altın Küre ve Akademi Ödülü adaylıkları getirdi.
"Bazen hayatınızda deneyim anlamında kapıları sonuna kadar açan insanlar olur," diyor Hudson, "Cameron için bu durum hem film hem de müzik için geçerliydi." Crowe’un kendisine "acayip bootleg"ler verdiğini ve "müzik, sanat, resim ve fotoğrafçılık dünyasına derinlemesine daldıklarını" anlatıyor.
Hudson, 2002 yapımı dönem draması "The Four Feathers"da Heath Ledger ile birlikte rol aldı ve ertesi yıl "How to Lose a Guy in 10 Days" ile bir kez daha adından söz ettirdi. "Harika bir hikaye yazdık ve senaryo gerçekten mükemmel olana ve klasik bir romantik komedi gibi hissedene kadar durmadık," diyor filmin başarısıyla ilgili olarak. "Bence kimya her zaman bu tür durumlarda en önemli şey."
Şu anki hedefi ise basit (ve soylu): "İyi sanat yapmak." "Sadece birlikte çalışmayı sevdiğim, bana ilham veren ve dürüst olmak gerekirse, beni ailemden uzaklaştırmaya yetecek kadar ilham verici insanlarla çalışmak istiyorum. Çünkü ailemi de gerçekten çok seviyorum ve çocuklarımla birlikte olmak istiyorum."
Çocuklarına duyduğu sevgi (Ryder Robinson, 21; Bingham Bellamy, 13; ve Rani Hudson Fujikawa, 6) ve pandemi sürecinde yaşadığı endişeler, Hudson’ı başardığı en korkutucu şeylerden biri olarak gördüğü şeyi yapmaya itti: müziğini paylaşmak.
"Benim için müzik yazmak her zaman yaptığım, ama asla paylaşmadığım bir şeydi," diyor. "En büyük korkumdu çünkü yaratıcılık anlamında en savunmasız olduğum yerdi. Bu yüzden her zaman onu yargılanmaya ve eleştirilmeye açık hale getirmemekten mutluydum. Ama sonra, ‘Hayır, çünkü masada hiçbir şey bırakmak istemiyorum – iyi, kötü ya da ne olursa olsun – masada bırakmak istemiyorum’ diye düşündüm."
Müzik, Hudson’ın "ilk aşkı" ve "Meet Me in St. Louis," "All That Jazz" ve "Chicago" gibi müzikaller, ona sanatçı olma konusunda ilham verdi.
"Les Misérables’ı izlediğimi ve Cosette olmak istediğimi hatırlıyorum," diyor Hudson. "Glee"de ve sosyal medyada şarkı söylemiş olsa da, ilk albümünü sadece geçen yıl yayınladı. Grammy’ye aday gösterilen Linda Perry ve Hudson’ın nişanlısı Danny Fujikawa ile birlikte yazdığı rock, pop ve folk karışımı olan "Glorious"un deluxe versiyonu Sevgililer Günü’nde yayınlandı.
"Çocuklarım büyüyor ve müziği ne kadar sevdiğimi biliyorlar," diye açıklıyor Hudson. "Onlar benim onu paylaşmadığımı görseler, dışarı çıkarmaya korktuğumu bileceklerdi ve bu yüzden bunu da yapamazdım. ‘Hayır, sevdikleri şeyi yapmalılar’ dedim."
Müziğini paylaşmak "hayatını tamamen değiştirdi," diyor Hudson. "Yaptığıma çok mutluyum ve yaratıcılık açısından bir boşluğu doldurmuş gibi hissediyorum ve bu, düşündüğümden daha büyük bir boşluktu."
Şimdi ise, üstesinden gelinecek başka bir korku bulmakta zorlanıyor. "Uçaktan atlamanın dışında, benim için bu kadar korkutucu olacak başka bir şey olduğunu düşünmüyorum," diyor. Ama mecazi yapılacaklar listesi henüz bitmiş değil. "Ben bir Koç burcuyum. Oradan oraya savruluyorum. Milyon tane farklı şey yapmam gerekiyor."
Bu yeni keşfedilen cesaret ve müzikle kurduğu derin bağ, Kate Hudson’ı sadece bir oyuncu değil, aynı zamanda kendine meydan okuyan, sınırlarını zorlayan ve yaratıcılığın sonsuz potansiyelini kucaklayan ilham verici bir figür olarak yeniden tanımlıyor. Onun hikayesi, korkularımızın üstesinden gelerek ve tutkularımızın peşinden giderek, içimizdeki gerçek potansiyeli ortaya çıkarabileceğimizin güçlü bir hatırlatıcısı.