Shahd Bishara, İsrail’de tehdit altında olan bir azınlığa mensup. 31 yaşındaki doktor, Tel Aviv’in bir banliyösünde yaşıyor ve Yahudiler ile Filistinlilerin ortak geleceği için mücadele eden sivil toplum kuruluşu Standing Together’ın yönetim ekibinde gönüllü olarak çalışıyor. Bishara, ZEIT ONLINE ile Perşembe günü yaptığı görüşmede, "İsrail’de Filistinli bir Arap olarak, hem muhafazakar Arap toplumunun baskısıyla hem de İsrail yetkililerinin sistematik ayrımcılığıyla karşı karşıyayım" diyor.
Bu ifade, İsrail’deki Filistinli Arapların karmaşık ve çok katmanlı gerçekliğini yansıtıyor. Bishara’nın deneyimi, azınlık kimliğinin kesişimselliğini ve bunun bireyler üzerindeki derin etkilerini vurguluyor. Bir yandan, muhafazakar Arap toplumu içinde var olan toplumsal normlar ve beklentiler, özellikle kadınlar için kısıtlayıcı olabilir. Geleneksel cinsiyet rolleri, eğitim ve kariyer fırsatları, hareket özgürlüğü ve hatta kişisel ifade biçimleri gibi konularda baskı yaratabilir. Bishara’nın "muhafazakar Arap toplumunun baskısı" ifadesi, bu tür kısıtlamaların varlığını ve bunun hayatını nasıl etkilediğini gösteriyor.
Öte yandan, Bishara aynı zamanda İsrail devletinin sistematik ayrımcılığıyla da karşı karşıya. İsrail’deki Filistinli Araplar, ülkenin nüfusunun yaklaşık %20’sini oluşturuyor ve İsrail vatandaşları olarak yasal haklara sahipler. Ancak, pratikte birçok alanda ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Bu ayrımcılık, istihdam, eğitim, konut, sağlık hizmetleri ve adalet sistemi gibi çeşitli alanlarda kendini gösteriyor.
İstihdam alanında, Filistinli Arapların iş bulma ve yükselme fırsatları sınırlı olabiliyor. Özellikle kamu sektöründe ve yüksek vasıflı işlerde ayrımcılık yaygın olarak rapor ediliyor. Eğitim alanında, Filistinli Arap okulları genellikle devlet okullarına kıyasla daha az kaynakla destekleniyor ve bu da eğitim kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Konut alanında, Filistinli Arapların toprak edinme ve konut inşa etme hakları kısıtlanabiliyor ve bu da konut sıkıntısına yol açabiliyor. Sağlık hizmetleri alanında, Filistinli Arapların sağlık tesislerine erişimi ve sağlık hizmetlerinin kalitesi bazı bölgelerde yetersiz kalabiliyor. Adalet sisteminde ise, Filistinli Arapların tutuklanma, yargılanma ve mahkum edilme oranları diğer gruplara kıyasla daha yüksek olabiliyor.
Bishara’nın "İsrail yetkililerinin sistematik ayrımcılığı" ifadesi, bu tür ayrımcılığın yaygınlığını ve kurumsallaşmış olduğunu vurguluyor. Bu ayrımcılık, sadece bireysel önyargılardan kaynaklanmıyor, aynı zamanda yasal düzenlemeler, politikalar ve uygulamalar aracılığıyla da sürdürülüyor. Örneğin, İsrail’in Vatandaşlık Yasası, Filistinli Arapların evlilik yoluyla vatandaşlık almasını zorlaştırıyor ve bu da aile birleşimini engelliyor. Ayrıca, İsrail’in toprak politikaları, Filistinli Arapların toprak edinme ve konut inşa etme haklarını kısıtlıyor ve bu da demografik yapıyı Yahudiler lehine değiştirmeyi amaçlıyor.
Bishara’nın deneyimi, İsrail’deki Filistinli Arapların kimliklerinin karmaşıklığını ve yaşadıkları zorlukların çok boyutluluğunu gözler önüne seriyor. O, hem Arap kimliğinin getirdiği toplumsal baskılarla hem de İsrail devletinin ayrımcı politikalarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu durum, onun gibi birçok Filistinli Arap için büyük bir yük oluşturuyor ve hayatlarını olumsuz etkiliyor.
Ancak, Bishara’nın hikayesi sadece zorlukları değil, aynı zamanda umudu ve direnişi de temsil ediyor. Standing Together adlı sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak çalışması, onun barış ve eşitlik için mücadele etme kararlılığını gösteriyor. Standing Together, Yahudiler ve Filistinliler arasında diyalog ve işbirliğini teşvik ederek, ortak bir gelecek inşa etmeyi hedefliyor. Bishara’nın bu kuruluşta aktif rol oynaması, onun gibi birçok Filistinli Arap’ın, zor koşullara rağmen, barışçıl ve adil bir çözüm için çalıştığını gösteriyor.
Bishara’nın sözleri, İsrail toplumunda süregelen bir tartışmayı da tetikliyor. İsrail’deki Filistinli Arapların durumu, ülkenin kimliği, demokrasi anlayışı ve insan haklarına saygısı gibi temel konuları gündeme getiriyor. Bir yandan, bazı İsrailliler, Filistinli Arapların İsrail devletine tam olarak entegre olmasını ve İsrail yasalarına uymasını bekliyor. Öte yandan, bazı İsrailliler ise, Filistinli Arapların kültürel kimliklerini koruma ve kendi kaderlerini tayin etme haklarına saygı duyulması gerektiğini savunuyor.
Bu tartışma, İsrail toplumunda derin bir bölünmeye yol açıyor ve çözüm bulmayı zorlaştırıyor. Ancak, Bishara gibi bireylerin çabaları, diyalog ve işbirliği için bir zemin oluşturuyor ve geleceğe dair umutları yeşertiyor. Onun hikayesi, İsrail’deki Filistinli Arapların yaşadığı zorlukları anlamak ve onlara destek olmak için bir fırsat sunuyor. Aynı zamanda, barış ve eşitlik için mücadele etme gerekliliğini ve bu mücadelenin ne kadar önemli olduğunu da hatırlatıyor. Bishara’nın sesi, duyulması gereken bir ses ve onun gibi düşünenlerin çabaları, daha adil ve barışçıl bir geleceğe doğru atılan önemli adımlar.