Wednesday, May 7, 2025
HomeSiyasetHere are a few options for the SEO-compatible title in Turkish, considering...

Here are a few options for the SEO-compatible title in Turkish, considering a 50-60 character limit and the article’s content (history, news, Le Figaro, etc.): Figaro Tarih: Haberler, Analizler ve Daha Fazlası (Figaro History: News, Analysis and More) Figaro Tarih Bülteni: Roma, Savaşlar, Napolyon (Figaro History Bulletin: Rome, Wars, Napoleon) Tarih Haberleri: Figaro’dan Roma’dan Vietnam’a (History News: From Figaro, From Rome to Vietnam)

actualité du Figaro Histoire, Figaro Hors-Série, Rome, pape, Vatican, Stendhal, Michel De Jaeghere, Léon XII, Pie VIII, François, Seconde Guerre mondiale, Europe, commémorations, Moscou, URSS, nazisme, États-Unis, Éric Branca, Armée rouge, Wehrmacht, Stalingrad, Minsk, Biélorussie, Ukraine, Staline, Joukov, Koniev, Berlin, opération Bagration, Torgau, démocratie, dictature, 1945, Jean-Christophe Buisson, Jean Tulard, Louis Sarkozy, Geoffroy Caillet, Napoléon, vérités et légendes, Empire des livres, centralisation napoléonienne, Carlo, comte de Marbeuf, Corse, esclavage, traite des Noirs, Rousseau, Plutarque, Bienvenue en Île-de-France, Figaro TV, Réveillon, Bastille, Jeu de paume, faubourg Saint-Antoine, Révolution, octrois, massacres de Septembre, Évangile de Jean, Passion du Christ, Sainte Tunique, Argenteuil, Jean-Christian Petitfils, Jésus, linceul de Turin, suaire d’Oviedo, Charlemagne, basilique Saint-Denys, Jean-Marie Guénois, musée Marmottan, Eugène Boudin, impressionnisme, Yann Guyonvarc’h, Saïgon, Vietnam, Ho Chi Minh, guerre d’Indochine

Figaro Tarih Bülteni: Geçmişten Günümüze Bir Yolculuk

Sevgili Okurlar,

Figaro Histoire ve Figaro Hors-Série’nin haftalık haber bülteniyle tarihin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkmaya hazır olun. Bu bülten, sadece geçmişin olaylarını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda tarihin günümüzü nasıl şekillendirdiğini ve bize neler öğrettiğini de gözler önüne seriyor.

Vatikan’da Bir Veda: Papalık Seçimlerinin Gölgesinde

Roma, bir papayı toprağa verirken, Vatikan koridorlarında ittifaklar kuruluyor, şüpheler dolaşıyor ve dedikodular yükseliyor. Kilise, insan doğasının tüm karmaşıklığını ve tiyatral unsurlarını barındırıyor. Bugün de, dün olduğu gibi, vicdani tartışmalar güç dengeleriyle çatışıyor.

Stendhal, iki yüzyıl önce, Roma’da bulunmamasına rağmen, bu atmosferi herkesten daha iyi anlatmıştı. Michel De Jaeghere’nin "Roma’da Gezintiler" adlı eserinde, Stendhal’in gözünden Roma’yı keşfederken, bir yandan da Léon XII’nin ölümüne ve Pie VIII’in seçimine tanık oluyoruz. Bu olaylar, günümüzdeki papa sonrası senaryolarını andırıyor: Sosyal sohbetlerde fısıldanan tahminler, samimi bağlılık ve küçük hesaplar. Dekor değişse de, mekanizma aynı kalıyor.

Stendhal’in "Roma’da Gezintiler"i, gerçeklikle hayalin iç içe geçtiği, inanılması güç bir "imajiner röportaj" sunuyor. Yazar, anılarından, çalınmış gazetelerden, hayal ettiği sahnelerden ve uydurduğu alıntılardan oluşan bir mozaik yaratıyor. Kardinaller entrika çeviriyor, mutfaklar aranıyor çünkü rüşvetler kümes hayvanlarının içinde el değiştiriyor.

Bu keyifli anekdotların ardında, Stendhal bizlere önemli dersler veriyor. O, conclave’lerin sırrını değil, conclave’lerin Roma’yı, siyaseti ve insanları nasıl ortaya çıkardığını gösteriyor. Paris’te yazılan bu anlatı, okuyucuya kusursuz bir şekilde Roma’ya dalmış hissi veriyor. 31 Mart 1829’da, "Habemus Papam" (Bir Papamız Var) ilan edildiğinde yağan yağmur bile bu illüzyonu destekliyor.

Bu metni bitirdiğimizde, hem kandırılmış hem de bu duruma razı olmuş hissediyoruz. Çünkü hiçbir şeyin aslında o kadar da değişmediğini fark ediyoruz. Bir sonraki papayı beklerken, bu belgesel niteliğindeki hayal gücünün şaheserini okumak, kilisede ve hayatın diğer alanlarında, yaşayanların ölüler tarafından yönetilmeye devam ettiğini anlamamızı sağlıyor.

İkinci Dünya Savaşı’nı Kim Kazandı? Tarihin Unutulan Kahramanları

Avrupa’nın, 9 Mayıs’ta Moskova’daki anma törenlerine katılmak isteyen devlet başkanları konusunda endişelenmesi, aslında daha eski bir tartışmayı yeniden alevlendiriyor: İkinci Dünya Savaşı’nı kim kazandı?

1945’te Fransızlar, Sovyetler Birliği’ni Nazizm’in başlıca galibi olarak görüyordu. 2015’te ise, büyük çoğunlukla Amerika Birleşik Devletleri’ni işaret ediyorlardı. Eric Branca, Figaro Histoire’daki aydınlatıcı makalesinde, gerçek ölümler ile anıtsal galipler arasındaki bu farkı inceliyor.

Branca, unuttuğumuz bir gerçeği hatırlatıyor: Wehrmacht’ı yok eden Kızıl Ordu’ydu. Avrupa’daki savaşta ölen 34 milyon müttefik askerinin %73’ü Rus, %0,4’ü ise Amerikalıydı. Stalingrad’ın cehenneminden başlayarak, Minsk’te, Beyaz Rusya ve Ukrayna ovalarında, Kızıl Ordu ve halkı (Stalin’in kiliselerine dönmelerine izin vererek cesaretlendirdiği) Alman tümenlerinin üstesinden geldi ve Almanlar günde 10.000 adam kaybederek ezildi.

Eric Branca, sadece sayısal bir değerlendirmenin yetersiz ve acımasız olacağını düşünerek, basit bir sayısal değerlendirmenin ötesine geçiyor. Nazizm’i yenenler ve dünya savaşını kazananlar arasında bir ayrım yapıyor. Tümenler, istatistikler, ama aynı zamanda Kızıl Ordu’dan önce gelen panik, Batı’ya doğru sivil göçleri ve Alman şehirlerinin Amerikalılara, İngilizlere, Kanadalılara ve Fransızlara neredeyse rahatlamış bir şekilde teslim olması da var. Sovyet komünist sisteminin dehşeti, Batılı Müttefiklerin askeri ilerlemesini kolaylaştırdı, Joukov ve Koniev ise Berlin’in yıkıntıları arasında "işi bitirdi". Bagration Operasyonu ile Torgau arasında, Sovyet makineli tüfekleri ile "ABD Hoş Geldiniz!" pankartları arasında, savaş aynı değildi.

Sovyetler Birliği, büyük ölçüde, metodik olarak ve inanılmaz bir fedakarlık pahasına kazandı. Ancak, ideolojisi, birleştirdiğinden daha çok insanı kaçırdı. Sovyet askeri zaferi ile Amerikan anıtsal hakimiyeti arasında bir çelişki değil, bir süreklilik var: Özgürleştirilen halklar, diktatörlüğü empoze edenlere değil, demokrasiyi vaat edenleri tercih etti. Tarihi adalet yazmaz. Ancak, burada, bazı mağlup, tanık ve hayatta kalanların hatırlamayı seçtiği şey önemlidir.

1945: Çöküş – Bir Dönüm Noktasının Hikayesi

Zafer nasıl mümkün oldu? Barışa giden yolda hangi fedakarlıklar yapıldı? Tarihin bu dönüm noktasının figürleri kimlerdi? Figaro Hors-Série, çatışmanın sonunu hızlandıran büyük savaşları, ardından gelen muazzam yeniden yapılanma çabalarını ve yeni bir dünyayı tanımlayan gerilimleri anlatıyor. Sarsıcı tanıklıklar, yayınlanmamış arşivler, Almanya seferinin atlası: Bu sayı, 1945 yılına, umutlarına ve zorluklarına benzersiz bir ışık tutuyor.

Figaro TV’de Tarih Tartışmaları: Napolyon Efsanesi

Jean Tulard, "Napolyon, Gerçekler ve Efsaneler" adlı kitabında, Napolyon hakkındaki bazı yanlış kanıları çürütüyor. Bazıları çok eski, bazıları ise günümüzün ürünü. Bazıları haksız yere övgü dolu, bazıları ise gerçeklikle uyuşmayan bir karamsarlığa sahip. Bazılarına kolayca cevap verilebilirken, diğerlerine sadece varsayımlarla cevap verilebilir. Örneğin, Napolyon’un merkezileşmesi söylendiği kadar etkili değildi, valiler aşırı yüklenmişti ve iletişim araçları hala sınırlıydı; evet, Napolyon, Korsika valisi Kont Marbeuf’un değil, babası Carlo’nun oğluydu; hayır, o kötü bir ırkçı değildi, köleliği kısmen yeniden kurması siyasi ve ekonomik nedenlere dayanıyordu ve 1815’te zenci ticaretini kaldırdı.

Louis Sarkozy ise, "Kitapların İmparatorluğu" adlı eserinde, Napolyon’un bambaşka bir boyutunu keşfediyor: Kitapların çocukluğundan Sainte-Hélène’deki ölümüne kadar eşlik ettiği, okumaya düşkün bir okuyucuyu. Hayatının izini sürerek, kitapların ve yazarların (başta Rousseau ve Plutarhos) her aşamada oynadığı rolü gösteriyor. İmparator, kitaplarda ve yazarlarda, insan ve savaş dehasını mükemmelleştirmek, tarih anlayışını beslemek, kaçmak veya teselli bulmak için materyaller buluyordu. Bunu yaparken, Napolyon’un şaşırtıcı derecede samimi ve bize yakın, benzersiz bir portresi ortaya çıkıyor.

Figaro Tarih Anlatıyor: Devrimin Kıvılcımı

28 Nisan 1789’da, Paris’in Faubourg Saint-Antoine bölgesinde, işçiler, zanaatkarlar ve işsizler, Réveillon duvar kağıdı fabrikasını işgal edip yağmaladılar. Birlikler müdahale etti ve gösteriyi bastırarak yüzden fazla kişinin ölümüne neden oldu. Henüz kimse bilmiyor, ancak Devrim çoktan başlamıştı.

Bu ayaklanmanın kökeninde, kağıtçı Réveillon’un, mallar üzerindeki vergi olan octrois’i kaldırma önerisi yatıyor. Bu, ekmek fiyatını otomatik olarak düşürecek ve işçilerin İngiliz rekabetinin zorladığı ücret düşüşünü desteklemesini sağlayacaktı. Yanlış anlaşılan bu önlem, Faubourg Saint-Antoine’da yayıldı ve bir söylenti gibi büyüdü. Réveillon, bir "stokçu" olarak kabul edildi ve fabrikası yağmaya maruz kaldı, kendisi ise Bastille’e sığınmak zorunda kaldı.

Bu olay, eski rejimdeki son kıtlık ayaklanması ile ilk "devrimci gün" arasında yer alıyor. Réveillon olayında, siyasi iktidar, düzeni yeniden sağlama rolünü acımasız bir şekilde oynadı. Bastille olayında ise, kraliyet birliklerinin müdahalesi olmadı, bu da isyancılarda bir zafer duygusu yarattı. Devrimin gerçek yeniliği, devlet terörünün doğuşu oldu.

Kutsal Tunik: İsa’nın Çilesinin Bir Hatırası

İsa’nın çarmıha gerilmesi sırasında askerlerin zar attığı tunik, Argenteuil’de korunuyor olabilir mi? Tarihçi Jean-Christian Petitfils, "Kutsal Tunik"ün izini sürüyor ve bilimsel kanıtlar ve tarihi belgelerle, Argenteuil’deki Saint-Denys Bazilikası’nda saklanan bu kumaşın büyük olasılıkla otantik olduğu sonucuna varıyor.

Eugène Boudin’in Büyüsü: Bir Sanat Tutkusunun Hikayesi

Bir sanat aşkı bir hayatı yönlendirebilir mi? Cevabı merak edenler, Marmottan Müzesi’nde, Eugène Boudin’e adanan retrospektif sergisini ziyaret edebilirler.

Yann Guyonvarc’h, Maastricht’teki Tefaf sanat fuarında, "Deauville Plajı" adlı bir tabloya hayran kalıyor. Bu, onun ilk satın alımı ve onu Boudin’in eserlerinin dünyanın en büyük koleksiyoneri yapacak inanılmaz bir hikayenin başlangıcı oluyor.

Saigon’un Düşüşü: Bir Savaşın Sonu, Bir Utancın Başlangıcı

30 Nisan 1975 sabahı, helikopter pervaneleri Saigon üzerinde dönüyor. Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği’nin bir ekinin çatılarında, yüzlerce siluet toplanıyor. Aşağıda şehir sarsılıyor. Radyo, son kodlu talimatı yayınlıyor: "Hava güzel, sıcaklık 105 derece [Fahrenheit]." Vietnam Cumhuriyeti, Kuzey Vietnam başbakanı Pham Van Dong’un birliklerinin önünde çöküyor.

O gün, Amerika, bir müttefikten fazlasını kaybediyor: itibarını. Tüm ülkelerin komünistlerinin (ve Washington’daki hippilerin) "dünyanın yeni jandarmasına" karşı zaferi, derin bir ahlaki yenilgi oluyor. Saigon’da, tabelalar yakında yeniden boyanacak, şehrin adı Ho Chi Minh olarak değiştirilecek. Ve Güney Vietnam bayrağı indirilecek.

RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Most Popular