Ölümcül Veda: Final Destination Bloodlines İncelemesi
Final Destination (Son Durak) serisinin hayranları, serinin kendine has formülüne aşinadır: Korkunç bir felaket, felaketten kurtulanlar, ardından gelen kaçınılmaz ölümler… Ancak, Final Destination Bloodlines, bu formülü ustaca bozarak, seriye taze bir soluk getiriyor. Film, serinin temel unsurlarını korurken, beklentileri akıllıca manipüle ederek izleyiciyi baştan sona gerilim dolu bir maceraya sürüklüyor. Zach Lipovsky ve Adam Stein’ın yönetmen koltuğunda oturduğu Bloodlines, serinin en iyi yapımlarından biri olarak öne çıkıyor.
Film, üniversite öğrencisi Stefani’nin (Kaitlyn Santa Juana) kabuslarla dolu hayatına odaklanıyor. Stefani, sürekli gördüğü dehşet verici rüyaların ardındaki gerçeği araştırmaya koyulur. Bu araştırma onu, büyükannesi Iris’in (Gabrielle Rose) klasik bir Final Destination olayından sağ kurtulduğunu ve pek çok hayat kurtardığını ortaya çıkarır. Ancak ölüm, Iris’in kurtardığı kişilerin peşini bırakmaz. Iris, yıllar boyunca hayatta kalmayı başarırken, bir aile kurmuştur. Fakat Iris’in aslında ölmüş olması gerektiği için, ailesinin varlığı da tehlikeye girer. Ölüm, şimdi de onların peşindedir ve olaylar bu noktadan sonra hız kazanır.
Final Destination filmlerinin cazibesi, ölümün karakterleri nasıl yakalayacağını tahmin etmeye çalışmaktan gelir. Lipovsky ve Stein, bu unsuru sonuna kadar kullanarak izleyiciyi şaşırtmayı başarıyor. Hastane veya bahçe partisi gibi mekanlarda geçen sahnelerde, kamera açıları ve detaylar, izleyicinin olası ölüm senaryolarını tahmin etmesine olanak tanır. Bazen tahminler doğru çıksa da, çoğu zaman beklenmedik sürprizlerle karşılaşılır. Bu durum, filmi izlemeyi son derece keyifli hale getirir. Bu özellik, serinin önceki filmlerinde de mevcuttu ancak Bloodlines’ta daha eğlenceli ve muzip bir şekilde sunuluyor.
Bloodlines, Final Destination filmlerinin en önemli unsurunu da unutmamış: Karakterlerle bağ kurabilmek. Önceki filmlerde karakterler genellikle yabancıydı veya sadece okul veya iş gibi yüzeysel bağlantıları vardı. Bloodlines’ta ise karakterler, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir aile. Film, karakterleri ve aralarındaki ilişkileri tanıtmak için ilk başlarda biraz fazla zaman harcıyor gibi görünse de, bu durum, karakterlerin ölümlerini daha etkili hale getiriyor. Karakterlerin çoğu klişe olsa da, ölümlerine üzülmek için yeterli bilgiye sahibiz.
Ve evet, karakterler ölüyor. Hem de defalarca. Final Destination filmlerinin olmazsa olmazı olan bu durum, Bloodlines’ta bir üst seviyeye taşınıyor. Yönetmenler, son derece kanlı ve iğrenç ölüm sahneleriyle izleyiciyi şaşırtıyor. Önceki Final Destination filmleri, tomruk kamyonlarına, solaryumlara veya göz ameliyatlarına bakış açımızı değiştirmişti. Bloodlines da aynı etkiyi yaratıyor. Filmi izledikten sonra, birçok şeye farklı gözle bakacaksınız. Bazı sahnelerde seyirciler tezahürat yaparken, bazılarında ise gözlerini kapatmak isteyecekler. Her iki tepki de kabul edilebilir.
Filmin sürprizlerinden biri de, serinin orijinal karakterlerinden biri olan Tony Todd’un geri dönüşü. Todd’un bu filmdeki rolü, hem duygusal bir veda niteliği taşıyor (Todd, geçtiğimiz yıl Kasım ayında hayatını kaybetmişti), hem de karakterine eksik olan bağlamı ve netliği kazandırıyor. Todd’un rolü ve diğer bazı anlatı seçimleri sayesinde Bloodlines, serinin lore açısından en önemli bölümü haline geliyor.
Özetle, Final Destination Bloodlines, bir Final Destination filmini başarılı kılan her şeyi doğru yapıyor. Karakterleri seviyoruz, ölümler son derece ayrıntılı, beklenmedik sürprizler ve dönüşler var ve beklentilerinizi sınırları zorlayacak kadar ileriye taşıyor. Seri hayranları ve genel olarak korku filmi severler, bu komik, içten ama acımasız korku devam filmini kesinlikle sevecekler.
Final Destination Bloodlines, 16 Mayıs’ta vizyona giriyor.