Elbette, makaleyi 600 kelimenin üzerinde, Markdown formatında ve Türkçe’ye çevrilmiş haliyle yeniden yazıyorum:
BlackRock’tan Panama Kanalı Hamlesi: Jeopolitik Gerilimler ve Trump’ın Tepkisi
Dünyanın en büyük varlık yöneticisi olan ve 11 trilyon doların üzerinde bir varlığı yöneten BlackRock, Panama Kanalı’nın iki ucunda yer alan iki önemli limanı satın almak üzere anlaşmaya vardı. Hong Kong merkezli CK Hutchison’dan satın alınacak olan bu limanlar için BlackRock’un yaklaşık 22,8 milyar dolar ödeyeceği belirtiliyor.
Bu satın alma anlaşmasının duyurusu, ABD Başkanı Donald Trump’ın Panama’yı Çin’in kanal üzerindeki etkisi nedeniyle tehdit ettiği bir döneme denk geliyor. Trump, daha önce ABD’nin 20. yüzyılın başlarında inşa ettiği kanalı 1970’lerde devretmesinin yanlış olduğunu dile getirmiş ve hatta gerekirse kanalın zorla geri alınabileceğini ima etmişti.
Trump, Kongre’ye yaptığı bir konuşmada, ABD’nin "Panama Kanalı’nı geri aldığını" iddia etmiş, ancak bu konuda detaylı bilgi vermemişti. Trump, "Bugün büyük bir Amerikan şirketi, Panama Kanalı çevresindeki iki limanı ve Panama Kanalı ile ilgili diğer birçok şeyi ve birkaç kanalı daha satın aldığını duyurdu" şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Ancak Trump’ın atladığı önemli bir detay vardı: Bu satın almayı yapan BlackRock, Trump’ın tabanı tarafından pek de sevilmeyen bir şirket. Aşırı sağcı çevreler sık sık BlackRock’u, dünyayı kontrol eden "küreselci" bir grubun parçası olarak görüyor ve bu durum, Trump’ın iş bağlantılarıyla ilgili antisemitik memlerin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Trump, "Carter yönetimi tarafından bir dolara verildi, ancak bu anlaşma çok ciddi şekilde ihlal edildi" diyerek 1970’lerdeki devir işlemine atıfta bulundu. "Çin’e vermedik. Panama’ya verdik ve geri alıyoruz."
CNN’in haberine göre, BlackRock’un anlaşması aynı zamanda 23 ülkede bulunan 199 ayrı rıhtımdaki çıkarları da içeriyor. Ancak bu limanların hiçbiri, Panama Kanalı kadar jeopolitik gerilimlere sahip değil.
CK Hutchinson’ın eş genel müdürü Frank Sixt, çevrimiçi olarak yayınlanan bir açıklamada, anlaşmanın "çok sayıda teklif ve ilgi beyanının alındığı hızlı, gizli ancak rekabetçi bir sürecin sonucu" olduğunu söyledi. Sixt, anlaşmayı "çekici" olarak nitelendirdi, ancak ABD, Çin ve Panama arasındaki mevcut jeopolitik gerilimlerle hiçbir ilgisi olmadığını vurguladı.
Sixt, "Bu işlemin tamamen ticari nitelikte olduğunu ve Panama Limanları ile ilgili son siyasi haberlerle hiçbir ilgisi olmadığını vurgulamak isterim" dedi. "Ancak, işlemin doğrulayıcı durum tespitine, kesin belgelerin düzenlenmesine ve normal ve olağan tamamlama prosedürlerine, ayarlamalara ve koşullara ve ayrıca HPH’nin HPH Satılan Çıkarları ile ilgili mevcut hissedarlar sözleşmeleri kapsamındaki azınlık hissedarlarının haklarına uyumuna tabi olduğunu belirtmek gerekir."
BlackRock CEO’su Larry Fink, CK Hutchison tarafından çevrimiçi olarak yayınlanan bir basın açıklamasında yatırımdan "heyecan duyduğunu" söyledi. Fink, "Bu anlaşma, BlackRock ve GIP’nin birleşik platformunun ve müşteriler için farklı yatırımlar sunma yeteneğimizin güçlü bir örneğidir" dedi. "Bu dünya standartlarındaki limanlar küresel büyümeyi kolaylaştırıyor. Hutchison ve MSC/TIL gibi kuruluşlarla ve dünya çapındaki hükümetlerle olan derin bağlantımız sayesinde, hasta ve uzun vadeli sermaye arayan ortaklar için giderek ilk başvuru kaynağı oluyoruz. Müşterilerimizin bu yatırıma katılabileceği için heyecanlıyız."
BlackRock’un Panama Kanalı’ndaki iki limanı satın alması, Trump’ı memnun etmeye ve ülkeyi askeri işgalle tehdit etmesini engellemeye yetecek mi? Bu henüz net değil. Ancak yeterli olsa bile, Trump’ın işgal etmek istediği başka müttefikleri de var; örneğin Grönland, Meksika ve Kanada.
Bu satın almanın jeopolitik etkileri oldukça derin olabilir. Bir yandan, ABD’nin Panama Kanalı üzerindeki etkisini artırabilir ve Çin’in bölgedeki artan etkisine karşı bir denge oluşturabilir. Öte yandan, Trump’ın bu durumu kendi siyasi amaçları için kullanması ve bölgedeki gerilimleri daha da tırmandırması da mümkün.
BlackRock’un bu hamlesi, küresel ticaretin ve jeopolitiğin karmaşık doğasını bir kez daha gözler önüne seriyor. Şirketlerin ticari çıkarları ile ülkelerin siyasi hedefleri arasındaki dengenin nasıl kurulacağı, önümüzdeki dönemde yakından takip edilmesi gereken bir konu olacak.