Libertarian teknoloji garabetlerinin Guantanamo’yu yeniden markalaştırma girişimi, tarihi farkındalığı olan herkesi dehşete düşürmelidir. İşkence ve acıyla özdeşleşmiş bu yer, şimdi de "müreffeh bir serbest şehir" olarak yeniden doğmayı bekliyor. Bu öneri, modern zaman köleliğiyle beslenen bir vizyonu temsil ediyor.
Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasından bu yana, çeşitli gruplar ABD’de "serbest", "girişim" veya "özgürlük" şehirleri kurma fikrini gündeme getirdi. Vergi ve düzenlemelerden muaf tutulan bu şehirler, devlet denetimi olmaksızın iş (klinik deneyler gibi) yapılabilecek bir cennet vaat ediyor. Ancak bu vizyon sadece ABD ile sınırlı değil. Serbest Şehirler Enstitüsü (CCI) tarafından Şubat ayında sunulan bir öneri, Guantanamo’yu "yönetişim özerkliği, özel sektör yatırımı ve göç reformu" yoluyla dönüştürmeyi amaçlıyor.
Guantanamo’nun ABD yargı yetkisi altında olması ve "minimal yerel yasal karmaşıklığı" nedeniyle bu proje için ideal bir yer olarak görüldüğü belirtiliyor. CCI, ABD’deki imar kurulları ve şehir düzenlemeleri gibi "çok katmanlı engellerle" karşılaştıkları diğer yerlere kıyasla, Guantanamo’da bir serbest şehir kurmanın çok daha kolay olacağını savunuyor. Tekliflerinde, "Guantanamo Körfezi’ni bir serbest şehre dönüştürerek, ABD hükümeti ekonomik büyümeyi hızlandırabilir, göç akışlarını yönetebilir ve Amerika’nın benzersiz inovasyon ve devlet yönetimi kapasitesini sergileyebilir – hem de hiçbir yasa gerektirmeden" ifadelerine yer veriliyor.
Trump’ın serbest şehirler konusuna genel olarak olumlu yaklaştığı ve daha önce koruma altındaki federal arazileri bu amaçla kullanmayı önerdiği biliniyor. Mart ayında, bu çabaları "daha önceki nesillerin Amerikalıları" ile karşılaştırarak, "yerleşmemiş bir kıtayı geçip vahşi sınırda yeni şehirler inşa ettiklerini" söyledi. Ayrıca, bu şehirleri inşa etmenin "sınırı yeniden açacağını, Amerikan hayal gücünü yeniden canlandıracağını ve yüz binlerce gence ve diğer insanlara, tüm çalışkan ailelere, ev sahibi olma ve aslında Amerikan rüyasına yeni bir şans vereceğini" iddia etti.
Trump’ın sözleri, CCI’nın "Küba’nın topluluk rejimini baltalama" fırsatı olarak sunulan Guantanamo serbest şehir projesiyle örtüşüyor. CCI gibi gruplar bu projeleri yenilikçi yapılar ve ileri teknoloji merkezleri olarak lanse etse de, aslında yaptıkları şey şirket şehirlerini geri getirmekten ibaret. Ancak Trump’ın karşılaştırması tamamen de yersiz değil. CCI’nın hedefleri, soykırım ve köleliğe dayanan geçmiş nesillerin Amerikalılarının hırslarına benziyor.
CCI, Guantanamo’yu "ekonomik fırsatları güvenlik endişeleriyle dengeleyen benzersiz bir göç yolu yeniden düşünme fırsatı" olarak sunuyor. Tekliflerinde, göçmenlerin "yerel ekonomiye ve topluma katkılarını değerlendirirken" "deneme süresi" için Guantanamo’da barındırılması öneriliyor. CCI ayrıca, yüksek vasıflı işçileri "piyasa entegrasyonuna" hızla sokmak için bir "Guantanamo Körfezi Teknoloji Vizesi" fikrini de gündeme getiriyor.
Göçmenleri Guantanamo’da barındırma fikri tamamen de yabancı değil. 90’ların başında, HIV pozitif Haitili sığınmacılar Guantanamo’da korkunç koşullarda tutulmuştu. Bu yılın başlarında Trump, Guantanamo’daki gözaltı merkezlerinin genişletilmesi emrini vermişti. Trump, körfezde 30.000’e kadar göçmeni tutmayı hedeflemiş olsa da, New York Times’ın yakın tarihli bir raporuna göre, orada 500’den az kişi tutuluyor.
CCI’nın önerisinin ne kadar çirkin ve tuhaf olduğuna dair sayfalarca yazılabilir. Guantanamo’yu bir refah yeri olarak yeniden markalaştırmaya çalışırken aynı zamanda modern zaman köleliğini önermek iğrenç bir durum. Göçmenler, tıbbi ihmal ve intihar nedeniyle gözaltı merkezlerinde zaten ölüyorlar. Cornell profesörü ve Guantanamo ve Başkanlık Gücünün Kötüye Kullanımı kitabının yazarı Joseph Margulies’in New Republic’e söylediği gibi, "[Bu öneri], insanların sadece neoliberal bir deneye katılma kapasitelerini göstermek için var olduğu bir yer yaratmayı öngörüyor. Bu gerçekten korkunç."
İnsanlık dışılığının ötesinde, CCI’nın önerisi yasal açıdan da zayıf. Guantanamo’nun düzenlemelerden arınmış bir bölge olduğu varsayımına dayanıyor, ancak bu durum her zaman böyle değil. Her ne olursa olsun, CCI ve tüm bu serbest şehir palavracılarına hak ettikleri gibi davranılmalı ve konuştuklarında yuhalanmalıdır. Bunun yerine, bu kuruluşlar Peter Thiel, Marc Andreessen ve Balaji Srinivasan gibi teknoloji milyarderlerinin ve bu fikre tamamen katılan bir yönetimin desteğini alıyor.
Bu durum, teknoloji milyarderlerinin ve politikacıların desteğini alan bu tür vizyonların ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Guantanamo’nun karanlık geçmişi ve devam eden insan hakları ihlalleri göz önüne alındığında, bu tür bir yeniden markalaştırma girişimi sadece ahlaki açıdan yanlış değil, aynı zamanda tehlikeli bir emsal teşkil ediyor. Serbest şehirlerin vaat ettiği ekonomik refah ve teknolojik ilerleme, insan haklarının ve temel özgürlüklerin hiçe sayılması pahasına elde edilemez.
Bu nedenle, bu tür önerilere karşı çıkmak ve Guantanamo’nun kurbanlarının sesini duyurmak son derece önemlidir. Tarihi unutmamalı ve insan onurunu her şeyin üzerinde tutmalıyız. Aksi takdirde, gelecekte daha da karanlık ve acımasız manzaralarla karşılaşabiliriz.