CIA ve İstihbarat Dairesindeki DEI Çalışanlarının İşten Çıkarılmasına İlişkin Hukuki Mücadele Devam Ediyor
ABD’de eski Başkan Donald Trump’ın çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) programlarını sona erdirme emrinin ardından, CIA ve Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nde (DNI) DEI ofislerinde görev yapan 11 çalışanın işten çıkarılmasına yönelik açılan davada önemli bir gelişme yaşandı. Virginia’daki bir federal yargıç, Anthony Trenga, çalışanların işten çıkarılmasını engellemek için talep edilen önleyici tedbir kararını reddetti. Bu karar, çalışanların davası devam ederken işten çıkarılmalarının önlenmesi ihtimalini ortadan kaldırdı. Ancak, Yargıç Trenga, çalışanlara 30 Eylül’e kadar maaşlarını almaya devam etmelerini sağlayacak bir program kapsamında istifa etmeleri için verilen süreyi Pazartesi’ye kadar uzattı.
Trump’ın DEI’ye yönelik üç emri, işe alımlarda, harcamalarda ve askeri alanda liyakate dayalı kararlar alınmasını hedefleyerek, "tercihli muameleyi" sona erdirmeyi amaçlıyordu. Trump, DEI uygulamalarının kurumları "sert çalışma, liyakat ve eşitlik yerine ayrımcı ve tehlikeli bir tercih hiyerarşisiyle" yozlaştırdığını savunuyordu. Bu emirler, özel sektörde de yankı uyandırdı ve birçok şirket DEI programlarında değişikliklere gitmeye başladı.
Ancak Trump’ın bu emirleri, federal çalışanların ve yüklenicilerin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle çeşitli davalara yol açtı. Maryland’deki bir federal yargıç, emrin federal kurumlar ve yükleniciler için uygulanmasını geçici olarak engelledi. Sivil haklar grupları ve bir öğretmen sendikası da California ve Maryland’de ayrı davalarla bu emre karşı mücadele ediyor.
CIA ve DNI bünyesinde çalışan ve işten çıkarılacak olan altı erkek ve beş kadından oluşan grup, herhangi bir usulsüzlük iddiası olmamasına rağmen idari izne çıkarıldıklarını savunarak dava açtı. Daha sonra 10 istihbarat çalışanı daha davaya katıldı. Trump’ın emirlerinin ardından DEI programlarına atanan 51 kişiden oluşan gruptan bu çalışanlar da idari izne çıkarılmıştı. İstihbarat personelinin, diğer devlet memurlarının aksine, Liyakat Sistemleri Koruma Kurulu’na başvurma seçeneği bulunmuyor.
İstihbarat çalışanları, hükümetin kendilerini çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık hakkındaki "varsayılan inançları" nedeniyle, ifade özgürlüğünü güvence altına alan Birinci Ek Madde ve kendilerini suçlamama hakkını koruyan Beşinci Ek Madde’yi ihlal ederek işten çıkarmaya çalıştığını iddia ediyor. Çalışanların açtığı davada, "Çalışanların yakın zamanda gerçekleşecek olan işten çıkarılması keyfi, kaprisli, yetki aşımı, (istihbarat topluluğu) düzenlemelerine aykırı ve herhangi bir kanıta dayalı kayıttan yoksun" ifadeleri yer alıyor.
Hükümet avukatları ise istihbarat çalışanlarının işlerinin niteliği gereği İdari Usul Yasası tarafından korunmadığını savundu. Avukatlar, CIA ve DNI yetkililerine çalışanları işten çıkarma konusunda geniş bir yetki verildiğini belirtti. Eski Ulusal İstihbarat Direktörü olan CIA Direktörü John Ratcliffe, 18 Şubat’ta yaptığı açıklamada, daha fazla çalışanı işten çıkarabileceğini söylemişti. Hükümet avukatları bir dosyada, "Diğer herhangi bir kanun hükmüne bakılmaksızın, Merkezi İstihbarat Teşkilatı Direktörü, Direktörün takdirine bağlı olarak, söz konusu memur veya çalışanın işten çıkarılmasını Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarları için gerekli veya tavsiye edilebilir gördüğü takdirde, Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın herhangi bir memur veya çalışanının işine son verebilir" ifadelerini kullandı.
Çalışanlar, dava devam ederken idari izinde kalmaya devam ediyor. İstihbarat çalışanlarının avukatlarından Kevin Carroll, müvekkillerinden birinin bir istihbarat ofisi tarafından reddedildikten sonra davayı gazetecilere anlatmak için yargıçtan izin istediğini söyledi.
Bu dava, DEI programlarının geleceği ve federal hükümet çalışanlarının hakları açısından önemli sonuçlar doğurabilir. Yargıcın önleyici tedbir kararını reddetmesi, hükümetin işten çıkarmaları uygulama konusundaki kararlılığını gösterirken, çalışanların davasının devam etmesi, bu konudaki hukuki mücadelenin henüz sona ermediğini gösteriyor. Davanın sonucunda, DEI programlarının federal hükümet ve özel sektördeki rolü ve kapsamı hakkında daha net bir tablo ortaya çıkabilir. Özellikle, istihbarat personelinin haklarının korunması ve işten çıkarma süreçlerinde adil bir değerlendirme yapılması konusundaki tartışmaların daha da alevlenmesi bekleniyor.
Bu dava aynı zamanda, ifade özgürlüğü ve ayrımcılık karşıtlığı gibi temel hakların korunması ile ulusal güvenlik ve hükümetin etkinliği arasındaki hassas dengeyi de gündeme getiriyor. Hükümetin, istihbarat personelini işten çıkarma konusunda geniş yetkilere sahip olduğu savunulurken, çalışanlar da "varsayılan inançları" nedeniyle cezalandırıldıklarını ve temel haklarının ihlal edildiğini iddia ediyor. Bu durum, kamu yararı ile bireysel hakların çatıştığı durumlarda nasıl bir denge kurulması gerektiği sorusunu bir kez daha gündeme getiriyor.
Sonuç olarak, CIA ve DNI bünyesindeki DEI çalışanlarının işten çıkarılmasına ilişkin dava, hukuki ve siyasi açıdan karmaşık bir süreçtir. Davanın sonucu, DEI programlarının geleceği, federal çalışanların hakları ve ulusal güvenlik ile bireysel haklar arasındaki denge açısından önemli sonuçlar doğuracaktır. Dava süreci boyunca, her iki tarafın da argümanları dikkatle değerlendirilecek ve adil bir karara ulaşılması için çaba gösterilecektir.