Ed Burns: Yaşlanmak, Film Yapmak ve Evlilik Üzerine Dürüst Bir Bakış
NEW YORK – Ed Burns, damarlarında New York kanı taşıyan bir sanatçı. Knicks’in NBA’deki şansından heyecan duyuyor, beyzbol süperstarı Juan Soto’nun Mets formasıyla sahaya çıkmasını dört gözle bekliyor. Ve söz konusu filmleri olduğunda, kendine karşı dürüst olmaktan çekinmiyor.
"Sanırım bu yaşla birlikte geliyor," diyor 57 yaşındaki Burns, son filmi "Millers in Marriage"ı (şu anda sinemalarda ve talep üzerine izlenebilir) tanıtırken USA TODAY’e verdiği röportajda, kendine karşı bu açıklığı hakkında.
Burns, kariyerinin başlarında yaptığı hataları kabul etmekten ve onlardan ders çıkarmaktan korkmuyor. "Ash Wednesday adında bir film yapmıştım. Beşinci filmimdi ve küçük, düşük bütçeli bir gangster filmiydi. Kurgu odasındayken senaryonun yeterince güçlü olmadığını fark ettim." diyor. Bu itiraf, Burns’ü o senaryoyla ilgili "her zor soruyu sormaya" itmiş, ki bu da son 10 yıldır yaptığı bir şey. "Sonra film işe yaramazsa bile, en azından geriye dönüp, ‘Senaryoyla elimizden geleni yaptık’ diyebilirsiniz," diye ekliyor.
Burns, yapımcılık yolculuğunda sürekli kendini sorgulayan ve gelişmeye açık bir sanatçı portresi çiziyor. Kendi hatalarını kabul etme ve onlardan öğrenme yeteneği, onu sadece daha iyi bir film yapımcısı değil, aynı zamanda daha olgun bir insan yapıyor.
Burns, bir akşam yemeğinde arkadaşlarıyla 90’larda çekilen, X kuşağının her eşik deneyimini konu alan filmlerden bahsediyordu: ilk aşk, New York’a taşınmak, ilk işler, ilk evlilikler. Aktör, kendisi ve yaşıtlarının şu anda neler yaşadığına dair hiçbir film olmadığını fark etti. Bu durum, onu "Millers in Marriage"ı yazmaya teşvik etti. Ayrıca filmi yönetiyor ve başrolünde oynuyor.
"50’lerindeki insanlar, can sıkıcı patron veya anne-baba rollerine indirgeniyor," diyor Burns. "Yaşadığımız gündelik şeyler keşfedilmiyor. İşte buradan yola çıkarak bu fikir aklıma geldi. Boş yuva sendromuna ve çocukların evden gitmesiyle çiftler için hayatın nasıl olduğuna bakmak ilginç olurdu. Artık aktif olarak ebeveynlik yapmıyorsanız, kendinizi nasıl tanımlarsınız?"
"Millers in Marriage"da Burns, Gretchen Mol ve Julianna Margulies, bu soruları ve daha fazlasını araştıran üç kardeşi canlandırıyor. Oyuncu kadrosunda ayrıca Minnie Driver ve Benjamin Bratt de yer alıyor. Film, geçtiğimiz Eylül ayında Toronto Uluslararası Film Festivali’nde prömiyer yaptı.
Burns, filmde Andy adında bir sanatçıyı oynuyor ve karakteriyle gerçek hayattaki kariyeri arasında paralellikler olduğunu kabul ediyor.
Filmdeki bir repliği hatırlatıyor: "Menajerine ulaşamıyorsun." "Hollywood’daki her aktör, hayatının bir noktasında bu deneyimi yaşamıştır. Hollywood kariyerleri hep inişli çıkışlıdır ve dibe vurduğunuzda, bazen o telefon beklediğiniz kadar hızlı geri dönmez."
Filmin Burns ile arasındaki bir diğer paralellik ise, eşi Christy Turlington ile paylaştığı iki çocuğunun da üniversiteye gitmiş olması. Ev cephesinde her şey yolunda, diyor: Çocukları üniversiteyi çok seviyor. Turlington ise annelik sağlığı konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan hayır kurumu Every Mother Counts’ın 15. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Ve ailenin yaz için "güzel bir tatil" planı var.
Burns ve Turlington, Haziran ayında 22. evlilik yıldönümlerini kutlayacaklar. Evlilik tavsiyesi istendiğinde Burns, "Klişe ama iletişim," diyor. "İlk günlerde bile, konuşan bir çift misiniz, değil misiniz, anlarsınız. Eğer konuşuyorsanız, iyi olacağınızı düşünüyorum. Bizim için işe yaradı."
Burns’ün evliliği üzerine yaptığı bu samimi yorum, onun ilişkilerdeki dürüstlüğe ve açık iletişime verdiği önemi vurguluyor. Kendisi sadece bir sanatçı olarak değil, aynı zamanda bir eş ve baba olarak da kendini sürekli geliştirmeye adayan bir insan.
Ed Burns, sadece New York’a olan bağlılığıyla değil, aynı zamanda kendine, işine ve ilişkilerine karşı sergilediği dürüstlük ve açıklıkla da dikkat çekiyor. "Millers in Marriage" filmi, onun orta yaşın getirdiği zorlukları ve fırsatları keşfetme arzusunun bir ürünü. Burns, sadece kendi deneyimlerini değil, aynı zamanda yaşıtlarının da yaşadığı ortak duyguları beyaz perdeye aktarmayı hedefliyor. Bu da onu sadece bir film yapımcısı değil, aynı zamanda bir neslin sesi haline getiriyor.