3 Mayıs 1945: Bir Trajedinin Gökyüzünde Başlayan Hikayesi
3 Mayıs 1945. Britanyalı savaş pilotu James R. Baldwin, Hawker Typhoon tipi pervaneli uçağıyla Kuzey Almanya semalarında adeta bir gök gürültüsü gibi yankılanıyor. Yanında, Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin (Royal Air Force) 198 numaralı filosu olan sekiz silah arkadaşı da var. Avrupa’da savaşın sonu artık sadece birkaç gün uzaklıkta. 8 Mayıs’ta Nazi rejimi koşulsuz teslimiyetini imzalayacak. Ancak Baldwin ve adamları, bu zaferden önce binlerce masum insanın ölümüne yol açacak korkunç bir hataya imza atacaklar.
O günkü görev brifingi oldukça sıradan geçmişti. Lübeck’in kuzeyindeki Neustadt yakınlarındaki Baltık Denizi’nde, muhtemelen Alman birliklerini taşıyan gemilerin görüldüğü bilgisi verilmişti. Fransa, Belçika ve Hollanda’da birçok hava muharebesine katılmış olan Baldwin için bu, savaşın son demlerindeki rutin bir görevdi sadece. Geçtiğimiz günlerdeki kötü hava koşulları yerini nispeten daha açık bir görüşe bırakmıştı. Britanyalı tarihçi Daniel Long, o gün yaşanan olaylarla ilgili araştırmasında durumu bu şekilde anlatıyor.
Baldwin ve filosu, deniz üzerinde ilerlerken bir dizi gemiyi tespit ediyor. Gördükleri manzara, ilk başta brifingde bahsedilen birlik nakliye gemileriyle örtüşüyor gibi. Ancak biraz daha yaklaştıklarında, durumun aslında çok daha karmaşık olduğunu fark ediyorlar. Gemiler, tıka basa insanlarla dolu. Bu insanların çoğu üniformasız, bitkin ve perişan halde görünüyor. Aralarında kadınlar, çocuklar ve yaşlılar da var.
Pilotların kafasında soru işaretleri beliriyor. Bu insanlar kim? Nereye gidiyorlar? Neden bu kadar kalabalıklar? Ancak savaşın acımasız mantığı, şüphelerin önüne geçiyor. Brifingde verilen emirler netti: Düşman gemileri imha edilecek. Baldwin ve adamları, tereddüt etseler bile, verilen emirlere uymak zorundaydılar.
Saatler 14:00’ü gösterdiğinde, Typhoon’lar alçak uçuşa geçiyor ve gemilere saldırı düzenliyor. Uçaklardan atılan bombalar ve makineli tüfeklerden çıkan mermiler, gemilerin üzerinde adeta bir ölüm yağmuru oluşturuyor. Gemilerde panik ve çaresizlik hakim. İnsanlar can havliyle sağa sola kaçışıyor, denize atlıyor, birbirlerini eziyor. Ancak kaçış yok. Savaş uçaklarının acımasız saldırısı, gemileri kısa sürede cehenneme çeviriyor.
Saldırı sona erdiğinde, geriye enkaz haline dönmüş gemiler ve denizde yüzen yüzlerce ceset kalıyor. Baldwin ve filosu, görevlerini tamamlamanın verdiği rahatlama ile üslerine geri dönüyor. Ancak içlerinde bir burukluk var. Bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyorlar.
Gerçek, çok geçmeden ortaya çıkıyor. Saldırıya uğrayan gemiler, Nazi zulmünden kaçan mültecilerle doluydu. Bu insanlar, savaşın son demlerinde daha güvenli bir yere ulaşmak umuduyla yola çıkmışlardı. Ancak kaderleri, 3 Mayıs 1945’te Baltık Denizi’nde son buldu.
Bu trajik olay, Cap Arcona faciası olarak tarihe geçiyor. Cap Arcona, saldırıya uğrayan en büyük gemilerden biriydi ve üzerinde binlerce mülteci bulunuyordu. Saldırıda ölenlerin sayısı tam olarak bilinmiyor, ancak tahminler 7.000 ila 9.000 arasında değişiyor. Bu, savaşın son günlerinde yaşanan en büyük deniz felaketlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Olayın ardından, İngiliz hükümeti soruşturma başlatıyor. Ancak sorumlular tam olarak belirlenemiyor. Baldwin ve diğer pilotlar, sadece verilen emirlere uyduklarını savunuyorlar. Ancak bu savunma, binlerce masum insanın ölümünü açıklamaya yetmiyor.
Cap Arcona faciası, savaşın insanlık üzerindeki yıkıcı etkilerini bir kez daha gözler önüne seriyor. Savaşın kaosu ve belirsizliği içinde, masum insanların hayatları nasıl kolayca feda edilebiliyor, bu olay acı bir şekilde gösteriyor. Aynı zamanda, emir komuta zincirinin körü körüne takip edilmesinin nelere yol açabileceği konusunda da önemli bir ders veriyor.
Bu trajik olay, sadece savaşın acımasızlığını değil, aynı zamanda insanlığın vicdanını da sorgulatıyor. Baldwin ve diğer pilotlar, savaşın birer parçası olsalar da, sonuçta onlar da birer insandı. Binlerce insanın ölümüne sebep olmak, onların vicdanlarında derin yaralar açmış olmalı. Bu yara, hayatları boyunca onlarla birlikte yaşamış olmalı.
Cap Arcona faciası, tarihin karanlık sayfalarından biri olarak kalmaya devam ediyor. Bu olay, savaşın dehşetini ve insanlığın kırılganlığını hatırlatıyor. Unutmamalıyız ki, savaş sadece cephelerde değil, aynı zamanda insanların kalplerinde ve zihinlerinde de derin izler bırakır. Bu izler, nesilden nesile aktarılır ve insanlığın ortak vicdanında bir yara olarak yaşamaya devam eder.
Bu trajik olayın anısını yaşatmak, benzer faciaların bir daha yaşanmaması için önemlidir. Cap Arcona’da hayatını kaybeden binlerce masum insanı unutmamak, savaşın anlamsızlığını ve barışın değerini anlamamıza yardımcı olacaktır.